10 Ağustos 2024

Milletler Cemiyeti'nden Birleşmiş Milletler'e, hep aynı nakarat

Birleşmiş Milletler 80 yıllık tarihinde hiç olmadığı kadar ciddi bir yol ayrımında. Ya günün şartlarına, ortaya çıkan yeni sınamalara göre kendine çeki düzen verecek, ya da Milletler Cemiyetinin akıbetine uğrayacak. Bu yılki BM genel kurulu bu açıdan çok önemli

10 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği, üç imparatorluğun tarih sahnesinden silindiği, modern tarihin en kanlı savaşı  Birinci Dünya Harbi sona erdiğinde, ileride  yaşanabilecek benzer sorunları barışçıl yollarla çözebilmek amacıyla,10 Ocak 1920 tarihinde  Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) kuruldu. Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin başlangıç bölümünde, Cemiyet’in genel amaçları şu şekilde belirlenmişti:

“Uluslararası işbirliğini geliştirmek ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için savaşa başvurmamak konusunda bir takım yükümlülükler kabul etmek; gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek; hükümetlerce bundan böyle  eylemsel davranış kuralı kabul edilen uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uymak”    

Birleşmiş Milletler’in temeli sayılabilecek bu örgüt, 1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesine,1936 yılındaki  Japonya’nın Mançurya’ya taarruzuna ve 1939 yılında da Alman ordularının Polonya’ya girmesine engel olamadı. Aradan 20 yıl geçmeden yeni bir  dünya savaşı patlak verdi.18 Nisan 1946’da Cenevre’de toplanan konferansta, Milletler Cemiyeti’nin dağılmasına karar verildi. Milletler Cemiyetinden günümüze, bugün Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi olarak kullanılan “Palais des Nation” binası kaldı.

Galiplerin kurduğu Birleşmiş Milletler

İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan devletler, yeni bir uluslararası örgüt kurmak için hiç vakit kaybetmediler. 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler kurucu Antlaşması, 24 Ekim 1945’de yürürlüğe girdi. Kurulduğu tarihte 51 üyesi olan BM bugün 193 üyesiyle tarihin en geniş kapsamlı küresel  örgütü niteliğindedir.

Birleşmiş Milletler tabiri (United Nations) ilk kez 1942 yılında ABD Başkanı Franklin Roosevelt tarafından kullanılmış. Hazırlık çalışmalarını bugün BM güvenlik konseyinin veto hakkına sahip beş daimi üyesi ABD, Birleşik Krallık, Çin, ve Fransa kendi  aralarında yaptıkları toplantılarla yürütmüşler. Sonuçta ortaya çıkan BM Kurucu Antlaşması  buram buram dünyanın daha büyük olduğu bu beş ülkenin izlerini taşıyor.

Uluslararası Kuruluşlarda karar alma sürecinde ister AGİT örneğinde olduğu gibi oydaşma kuralı çerçevesinde ayrı ayrı her bir ülkeye, ister BM’de uygulandığı şekliyle sadece 5 ülkeye  veto yetkisi verildiği takdirde, o örgütten hayır gelmiyor. BM’nin uluslararası barış ve güvenliği korumaktan sorumlu organı güvenlik konseyi Gazze savaşında içerisinde “ateş kes” sözcüğü geçen bir kararı ancak savaş başladıktan beş ay sonra kabul edebildi. Bu arada kaç karar tasarısı ABD’nin vetosuna uğradı kimse bilmiyor. Yukarı Karabağ sorununun görüşüldüğü AGİT ise,  Ermenistan’ın vetosu nedeniyle neredeyse 30 yıl boyunca Yukarı Karabağ ile ilgili tek bir karar alamadı. Sonuçta Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kaldı.

Üçüncü Dünya savaşı çıkar mı?

BM’nin kuruluşundan bu yana Kore Savaşı'ndan başlayarak son Ukrayna –Rusya Savaşı'na   kadar çıkan bölgesel  savaşların tam sayısını hatırlamak zor. Bugüne kadar  BM’yi , becerisizlikle suçlayanların eleştirilerine  en azından topyekun bir savaş çıkmamış olmasını, BM’nin başarısına bağlayarak karşılık verilirdi. Artık Üçüncü Dünya Savaşının ne zaman çıkacağı tartışılmaya başlanıldı. 

Sürdürülebilir kalkınma hedefleri (SKH)

Birleşmiş Milletler'i, Milletler Cemiyeti'nden ayıran farklardan biri ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliklerine ayrı bir önem vermesidir. Maalesef BM’nin bu alanlarda da pek başarılı olduğu söylenemez. 2015 yılındaki Genel Kurul toplantısı sırasında, ”Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”(SKH) adı altında uluslararası topluma bir çağrıda bulunuldu. Çağrıda yer alan 17 hedef arasında yoksulluğun ortadan kaldırılması,”0” açlık, herkese sağlıklı yaşam, cinsiyet eşitliği, kaliteli eğitim, iklim değişikliği, sürdürülebilir şehirler ve topluluklar gibi temalar bulunuyor. Geçen yıl yayınlanan verilere göre, 2030 yılında ulaşılması öngörülen hedeflerde,  sadece yüzde 15’lik bir gelişme kaydedilmiş. Sizin anlayacağınız BM’nin sicili bu alanlarda da pek parlak görünmüyor.

Gelecek için zirve

BM Genel Kurulu'nda 2020 yılında kabul edilen, 75.Yıldönümü bildirisinin takibi amacıyla Genel Sekreter Guterres tarafından 10 Eylül 2021 tarihinde Genel Kurula “ortak gündemimiz” başlıklı bir rapor sunuldu. Rapor SKH’lerin hayata geçirilmesini hızlandırmak ve BM’nin karşı karşıya bulunduğu sınamaları ele almak için yeni bir küresel işbirliği vizyonu ortaya koyuyor. Somut öneriler arasında “Geleceğin Zirvesi” temasıyla üst düzey bir etkinlik düzenlenmesi de var. Zirve bu doğrultuda 22-23 Eylül tarihlerinde BM 79.Genel Kurulu marjında gerçekleştirilecek. Bu yılki genel kurulun “Bayrak gemisi etkinliği” olarak nitelendirilen Zirve ile son dönemlerde büyük kan kaybına uğrayan çok taraflılığın canlandırılması ve geleceğe uygun olarak geliştirilmesi amaçlanıyor. Zirvede ayrıca “Geleceğin Paktı” adı altında bir bildiri kabul edilecek.20 sayfa ve 142 paragraftan  oluşan bildiri halen Sekretarya tarafından hazırlanan bir taslak üzerinden müzakere ediliyor. Sivil toplumun önerilerine de açık olan taslak bildirinin en dikkat çeken tarafı, BM’nin bugünkü hale düşmesinin baş sorumlusu Güvenlik Konseyine ilişkin bölümün halen parantez içerisinde boş bırakılmış olması. Kalan bir ay içerisinde 30 yılı aşkın bir süredir havanda su dövülen bu konuda bir uzlaşı çıkar mı? Hiç sanmıyorum. BM Sekretaryası geçmiş hatalarından hiç ders almamış görünüyor.20 sayfalık bildiriyi kimse okumaz, BM arşivinin tozlu raflarında ya da bilgisayarların dosyalarında kalır.

Birleşmiş Milletler 80 yıllık tarihinde hiç olmadığı kadar ciddi bir yol ayrımında. Ya günün şartlarına, ortaya çıkan yeni sınamalara göre kendine çeki düzen verecek, ya da Milletler Cemiyetinin akıbetine uğrayacak. Bu yılki BM genel kurulu bu açıdan çok önemli. 

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

"
"